[English by Christianity Today / Turkish by Miras Publishing]

Kültürümüzün temellerini yitirdiği sık sık söylenir. Tarihteki pek çok mekan ve zamanda olduğu gibi, bizimki de herkesin kendi gözünde doğru olanı yaptığı bir dönemdir (bkz. Hakimler 17:6). Bu yüzden Tanrı’nın en çok sevdiği zaman tam da budur; Mesih’te doğru olanları değil, bağlarını kaybetmiş olanları çağırmak için geldiğini bir kez daha gösterebilir.

Ancak böyle zamanlarda içgüdümüz bu değildir. Ahlaki değerler ters gittiğinde, insanlar kötü davrandığında, ilk düşüncemiz onları yasalarla dövmektir: “Şunu yapmayı bırak. Şunu yapmaya başla.” Evde ve kilisede benim içgüdülerim kesinlikle bu yönde. Ve sık sık Tanrı’yı bir müttefik olarak devreye sokma eğilimindeyim: “Kutsal Kitap öğretir... bu yüzden yapmalısınız...”

Bu nedenle, ahlaki açıdan yozlaşmış bu kültürü “Kutsal Kitap değerlerine” geri dönmeye çağıran Hristiyanları çok iyi anlıyorum. Ancak çoğu zaman, Kutsal Kitap değerlerine geri dönme çağrısı, insanları doğru davranışa yönlendirmeye yönelik bir girişimle bağlantılıdır.

“Kutsal Kitap değerleri”nin bu şekilde kullanımı çoğunlukla siyasi muhafazakârların gündemiyle örtüşmektedir. Ancak muhafazakârlar Kutsal Kitap değerleri üzerinde söz sahibi değildir. Bu nedenle zaman zaman ılımlılardan ve liberallerden “Kutsal Kitap değerleri” temelinde siyasi kararlar almaları yönünde çağrılar duyuyoruz ki bu bağlamda diğer kaygıların yanı sıra yoksullarla ilgilenmek ve barışçıl olmak da kastediliyor.

Arada bir siyasi liderler de koroya katılıyor, ancak dikkatli olmaları gerekiyor. Aralık ayında İngiltere Başbakanı David Cameron, Westminster Abbey’de Kral James Kutsal Kitap’ının 400. yıldönümü onuruna düzenlenen bir törende “Kutsal Kitap’ın İngiltere’yi bugünkü haline getiren bir dizi değer ve ahlakın oluşmasına yardımcı olduğunu” öne sürdüğünde başı derde girdi. Kutsal Kitap değerlerine bağlı kalmanın, son zamanlarda “bazı bankacıların ve politikacıların toplumun geri kalanını hiçe sayarcasına tavır almalarına” izin veren “gerçek bir hesap verebilirliğin ya da ahlaki kuralın yokluğuna” karşı koyacağını öne sürdü. Ayrıca geçen yaz İngiltere’de yaşanan ayaklanmalara ve “aşırılık yanlılarının devam eden terör tehdidine" de dikkat çekti. "Ahlaki tarafsızlık ve pasif hoşgörünün artık işe yaramayacağını” söyledi.

Article continues below

Free Newsletters

More Newsletters

Geçtiğimiz yıl yaşadıkları göz önüne alındığında İngilizlerin hayal kırıklığı kesinlikle anlaşılabilir. Yine, işler ahlaki açıdan ters gittiğinde, içgüdüsel olarak ahlaki yasanın, bu durumda “Kutsal Kitap değerlerinin” ağırlığını taşımak isteriz.

Ancak bu strateji hiçbir zaman işe yaramıyor gibi görünüyor. İlk olarak, dini açıdan çoğulcu kültürlerde ya da resmi olarak laik devletlerde artık ikna edici değildir. Bu tür toplumlardaki insanlar, tek bir dini gelenekten kaynaklanabilecek değerlere karşı derin bir şüphe duymaktadır. İkinci olarak, insan doğası var. Birisine Kutsal Kitap değerlerine boyun eğmesini ne kadar çok söylerseniz, o kişinin bu değerlere karşı isyan etme olasılığı da o kadar artar. İsa Mesih’in ölümü ve dirilişi bağlamı dışında Kutsal Kitap değerleri baskıcı bir yasadan başka bir şey olarak görülmez.

Kilisede ise durum farklı olabilir. Öncelikle Mesih’in bağışlayıcılığı temel alındığında, Kutsal Kitap değerlerinden bahsetmek yararlı olabilir. O zaman Kutsal Kitap’ın etik öğretileri oldukları gibi görülür: sevgi dolu bir yaşam sürmek için kılavuzluk ederler. Bunlar yasa değil, lütufla kurtarılmış insanlar olarak yaşamanın somut yollarıdır.

Ancak Kutsal Kitap’ın temelde ahlaki bir güç aracı olduğuna inanmıyorum. Kutsal Kitap bir lütuf kitabı olduğu kadar bir yasa kitabı da değildir; doğru yaşamaktan çok, İsa Mesih’te bizim için yaptıklarından dolayı Tanrı'nın yanında haklı olmakla ilgilidir.

Elbette Kutsal Kitap kısmen “öğretmek, azarlamak ve doğruluk konusunda eğitmek” için verilmiştir. Ancak amaç insanları hizaya getirmek değil, Pavlus’un belirttiği gibi, hepimizin “her iyi iş için eksiksiz ve donanımlı olabilmemizdir” (2 Tim. 3:16–17). Bana öyle geliyor ki, eğer böyle bir talimat “iyi işe” yol açacaksa, bunun Tanrı’nın bağışlamasına, İsa Mesih’in lütufkâr ölümüne ve dirilişine dayanması gerekecektir. Ancak o zaman işimiz sevgiye dayanacak ve ancak o zaman Ruh’un meyvesini üretecektir. Aksi takdirde talimat salt kanun haline gelecektir.

Article continues below

Kanunların, kabul etmek istediğimizden daha fazla cazibesine kapıldığımıza inanıyorum. Kutsal Kitap’ın Tanrı’nın sevgisine ilişkin mesajı söz konusu olduğunda çok azımızın Kutsal Kitap'ın yanılmaz otoritesini yüceltmesini ya da onun sözlü ilhamını övmesini ilginç buluyorum. Çok azımızın şunu söylediğini duyuyorum: “Tanrı Mesih’teydi, dünyayı Kendisiyle barıştırdı, bizim günahlarımızı bize saymadı (2 Korintliler 5:19) - buna güvenebiliriz çünkü bu, Tanrı’nın şaşmaz Sözünde yer almaktadır!” Veya, “Özgürlük uğruna Mesih bizi özgür kıldı (Gal. 5:1) - evet, biz gerçekten yasadan özgürüz, çünkü Tanrı’nın yanılmaz Sözü bunu söylüyor.” Bunun yerine şöyle deme eğilimindeyiz: “Eşcinsel ilişkiye giremezsiniz çünkü Kutsal Kitap bunu yasaklıyor.” Veya “Bakire Doğum’a inanmalısınız çünkü Kutsal Kitap bunu öğretiyor.” Kutsal Kitap iyi haberlerin vahyi olmaktan ziyade bir ahlak kitabı haline geldi.

Bunu yaptığımızda - ve burada yine kendimden yola çıkarak yazıyorum! - istemeden de olsa Kutsal Kitap öğretisini baltalamış oluyoruz. Kutsal Yazılarda açık olan bir şey varsa o da şudur: Yasa bizi aklamaz. Ona boyun eğmeye çalışmak veya başkalarının da ona boyun eğmesini sağlamaya çalışmak, işleri daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramaz. Aslına bakılırsa, yasayı ve onun yetkisini, hatta Kutsal Kitap’taki otoriteyi bile ilan etmek, amaçladığımız etkinin tam tersini yapacaktır. Pavlus’un belirttiği gibi, yasa yalnızca “günahkar tutkularımızı” uyandırır (Romalılar 7:5). Bana bir şey yapmam gerektiğini, bir standarda ya da yasaya uymam gerektiğini ve sadece isyan etmek istediğimi söyle. Kutsal Kitap’ın insan doğası hakkında öğrettiği şey budur. Hukuk deneyimimiz de bunu her gün doğruluyor. Yani Kutsal Kitap’ı yasal bir sopa olarak ne kadar çok kullanırsak, o kadar çok insan ona karşı isyan edecektir.

Article continues below

Bu nedenle Kutsal Kitap’ı kanun kitabı olarak kullandığımızda başkalarını ikna etmekte başarısız olmamıza şaşmamak gerek. Ve aramızda bu kadar çabuk bir korku kültürü yaratmasına da şaşmamalı. “Kutsal Kitap’ın otoritesine” dayanan yeni bir kilise kurmuş olan bizler, artık daha dikkatli olmamız gerektiğini hayal etmeye başlayabiliriz. Birimizin Kutsal Kitap ahlakının yolundan sapmaması için birbirimize göz kulak olmalıyız. Ayrı varlığımızı Kutsal Kitap’ın otoritesine dayanarak haklı çıkardık ve eğer insanlar Kutsal Kitap'a itaat etmeyi bırakırsa varlığımız bir yalandan ibaret olur.

Bu gerçekleştiğinde, insanların birbirlerine karşı giderek daha fazla güvensiz ve yargılayıcı hale geldiği kiliseler ortaya çıkar; öyle ki yeni bir bölünme neredeyse kaçınılmazdır. Antik çağlardan günümüze kadar olan kilise tarihi bu modelin kanıtıdır.

Çözüm, Kutsal Kitap otoritesinden vazgeçmek değildir. Biz Protestanlar inanç ve uygulama kuralımız olan sola scriptura’yı, yani yalnızca Kutsal Kitap anlayışını terk etmek istemiyoruz. Ancak Kutsal Kitap’a olan inancın ilk noktası yasa değil lütuf, itaat değil bağışlamadır. Kutsal Kitap’ın otoritesi, emirlerine ve öğretilerine değil, şaşırtıcı “iyi haber” mesajına dayanır. Doktrinlerin ve ahlakın talepleriyle başlarsanız, sonunda korku dolu ve affetmeyen bir kiliseye ve kimsenin bir şey yapmak istemediği bir Tanrı’ya ulaşırsınız. Ancak eğer Tanrı’nın ahlaki açıdan dengesiz olan bizler için bir Kurtarıcı sağladığı şeklindeki o muhteşem mesajla başlarsanız, o zaman her türden doktrin ve etik, özgürlüğü ve yaşamı teşvik eden doktrinler ve etikler doğal olarak ortaya çıkar.

[ See all of our Turkish (Türkçe) coverage. ]